Ece Sarı

Ece Sarı

Her şeyi unuttum! Hatırlamıyorum!

2025.04.29 19:19 - Son Güncellenme: 2025.04.29 19:45
A

Unuttuk bazı şeyleri, her şeyin anlamı değişti. Şimdi koca koca sitelerin, Instagram'da her şeyi kanıtlama gayreti içinde olan insanlığın, yapaylığın, samimiyetsizliğin, korkunun, yalnızlığın, sığlığın içine hapsolduk. Anlam önemini kaybetti. Herkesin delice para biriktirip, sürekli daha iyi bir yaşam hırsının içinde yok olduğu günlerdeyiz. İnsanların değil; etiketlerin konuştuğu... Günler eskisinden daha hızlı geçiyor, zaman çok hızlı... Endişelenecek çok şey var...

Halbuki şimdi size neyi unuttuğumuzu hatırlatmaya çalışacağım.

Bursa'da doğdum büyüdüm ben. Annem ve babamın Kültürpark'taki restoranlarda aile dostlarımızla geçirdiği o güzel yaz akşamlarında paten kaymanın, bisiklet sürmenin heyecanını mesela...

Heykel'e çıkmanın, Reyhan pazarında mis gibi kokuların eşliğinde telaşla yapılan alışverişlerin keyfi... Burç Sineması'nın önündeki randevuları...

Marka takıntıları olmayan insanların, birbirine nereli olduklarını sormak aklına gelmeyen insanların yaşadığı; evlerdeki sehpalarda ikramlık sigaraların olduğu, televizyonda Süper Baba'nın, Yedi Numara'nın, İkinci Bahar'ın oynadığı zamanlar... Sokakta akşam ezanına kadar korkusuzca oynayıp salçalı ekmekle aşırı mutlu olunan zamanlar... Bilginin hâlâ önem taşıdığı, arkadaşlıkların daha samimi olduğu, duyguların walkman'lere sığdığı zamanlar... Hatta hemen öncesinde kasetlere...

Sonra biraz daha büyüdük. Altıparmak'ın arka sokaklarında metal müzikle tanıştık, güzel kitaplar okuduk, iyi insanlarla arkadaş olduk. Erkeklerin saç uzatmasının, küpe takmasının, kadın erkek siyah giymenin satanistlik sanıldığı o değişik zamanlar...

Bu çocuklar hep iyi mesleklere sahip, hep ülkelerine faydalı oldular. Ama o zaman it kopukluktu bu müzikler, kedi kesmekti. Siyah oje aman amandı...

Sezen Aksu'nun, Yıldız Tilbe'nin, Düş Sokağı Sakinleri'nin, Mor ve Ötesi'nin, Duman'ın, Teoman'ın, MFÖ'nün aşklara eşlik ettiği zamanlar... Tarkan'ın şarkılarıyla göbek atıldığı, Shakira kemeriyle ortamların şenlendiği o güzel sabahlar... Tatile otelin kaç yıldızlı olduğuna bakmaktansa keyfine odaklanıldığı zamanlar... Siyasette eleştirinin kaldırıldığı, yine televizyonda Olacak O Kadar izlediğimiz zamanlar... Evlerimizin benzer, rutinlerimizin benzer, lüksün sınırlı, gösterişin ayıp olduğu zamanlar...

Sahaflardan kitap alıp koklaya koklaya okunulduğu, karikatür dergilerinin yeni sayısının merakla beklenildiği, Güzin Abla'ya dert anlatıldığı, cinselliğin Haydar Dümen'le öğrenildiği, kırmızı noktalı gecelerin utanıldığı, kaset yarışının yapıldığı, kupon biriktirildiği, herkesin birbirini çok da didiklemediği, sosyal medyanın olmadığı, hatta dijital fotoğraf makinesi olanın havalı olduğu zamanlar...

Sonra televizyonda Yaprak Dökümü, Aşk-ı Memnu, Fatmagül'ün Suçu Ne? dizilerinin başladığı, Avrupa Yakası'nın esip gürlediği bizim üniversite yıllarımız... Arkadaşlarımızla kimseye zarar vermeden, belki de en kaliteli sohbetlerin yapıldığı, iki biranın içildiği o ortamlar... Bazı önemli günlerin hâlâ sevinçle kutlandığı zamanlar, kızla erkeğin sağlam dostluklarının olduğu zamanlar, şarkıların havlamadığı, anlamı olduğu o güzel zamanlar...

Şimdi fark ediyorum da 35 yaşındayım. Şarkıların anlamı nasıl da değişti... Eskiden kablolu kulaklıkla yürüyerek sevgiliye dinlenen, söylenen şarkılar, o gençlik, o kaygının sınırlı olduğu günler...

Erkeklerin kadınları daha güzel sevdiği, kadınların erkekleri daha güzel sevdiği yıllar...

Ezginin Günlüğü'nün arka planda çaldığı, ama hemen akabinde bir Megadeth'in patladığı, Guns and Roses'la başlayan sabahlar... Bir Barış Manço şarkısıyla eşlik edilen güne arkadaşlarınla buluşmanın verdiği heyecanla... Mesajlaşmanın bile kısıtlı olduğu, çaldır kapat yöntemiyle iletişim kurulan o zamanlar...

Betonların arasında sıkışmadığımız, arkadaşlarımızla eğlendiğimiz mekanların havasına takılmadığımız, estetik kaygılarımızın olmadığı, ev telefonlarına rağmen mektup alışkanlığımızı bırakmadığımız, fotoğrafların tek ama anlamlı olduğu o efsanevi zamanlar...

Şimdi şarkıların anlamı değişti...

Şarkılar artık aşk acılarına, sevgiliye değil; şarkılar ülkeye, dostuna, komşuna, hiç tanımadığın insanlara çalıyor adeta benim için.

6 Şubat'a, günlerce kaldığım Gezi Parkı'nda hikayelerini bildiğim insanlara, Kartalkaya'ya, kayıplara, Atatürk'ümün emeklerine, ülkemin güzelliklerine, kavgalara, ayrışmalara, kaybedilen değerlere, geldiğimiz hale, parasızlıktan intihar eden o babaya, öldürülen kadınlara, çocuklara... Şarkılar sevgiliye gitmiyor artık... Bizi birleştiren şarkılar yerine, bizi birleştiren ortak büyük acılarımız var çünkü artık.

Ve bakıyorum ki bizden sonra gelen çocuklar da aynı cümleleri kuruyor, aynı şarkıları dinliyor. Belki biz ve bizden sonrakiler onlardan biraz daha yorgun. O güzel günler artık siliniyor... Gördüklerimiz bizi güzelliklerden kaçırıyor. Ama bu ortamda, bu ülkede, bu anlattıklarımı yaşamış nesil hâlâ oralarda bir yerde yaşıyor. İçten içe...

Unuttum artık, hatırlamıyorum...


A

Yazarın diğer yazıları

Yazarın Tüm Yazıları