'Son yaprak'ı beklemeden birer birer gittiler...

2024.09.23 17:34 - Son Güncellenme: 2024.09.23 17:34
A

O.Henry'in bütün öykülerini olmasa da; yaşamın ucundan bir şekilde tutunmaya çalışanların her satırında kendisinden bir şeyler bulduğu 'Son yaprak'ını kendi payıma kaç kez okuyup, hüzünlendiğimin sayısını unutmuşumdur inanın.

Dünyanın en kült öykü yazarlarından birisidir Amerikalı O.Henry. 

Kaleminden damlayan o sihirli cümlelerine dalıp gidince de ruh halinize göre düşündürüp, ağlatan bir mizah ustadır ayni zamanda.

'Son yaprak' bir hüznün, bir özverinin, geri dönüşü olmayan yolculuğun kilometre taşları olan sevdiğimiz insanların birer birer aramızdan geçilip gitmesini karamsar ruh haliyle ve en özgün biçimiyle betimlemeye çalışan dizeler olduğu için yeniden hatırlayarak, sizlerle paylaşmak istedim.

Güzel insanlardı hepsi de;

Çoğunluğu spor camiasından, bir kısmı sanat dünyasından.

Sanki sözleşmesine ve kısa aralıklarla dallarından koparak savrulan rüzgarla birlikte toprağa karıştılar.

Bırakıp giderken kimi unutamadığımız mısralarla şarkıların hatırladıkça hüzünlendirecek kahramanları olurken;

Kimi de spor medyası ile dünyasına yıllarını vermiş birikimli entelektüeller olarak belleğimizin bir köşesinde anımsanacaktır bizler de bu dünyadan göç edene kadar.

Gidenlere şöyle bir bakıyorum da, sanki aceleleri varmış gibiydi hepsinin.

Neydi bu telaşınız dostlar, arkadaşlar, sevgili büyüklerim;

Sanatın bir köşesine tutunmayı becererek sevenlerinizle buluşurken; mola verip mekan değiştirmek de ne oluyordu ki?

Gereğince yaşayamadınız bile; Tamamlanamamış bir ömrün dibine erkenden not düşerek gitmek yüreğimizi burktu, hüzünlendik.

Hiç ama hiç anlayamadık;

Sonbaharın henüz hafiften esen rüzgarlarıyla savrulanlar o kadar arttı ki son günlerde;

Kime üzülelim, kime ağlayalım şaşkınız, perişanız;

Dedikleri gibiymiş hüzün ayı sonbahar.

Yapraklar dallarından birer birer koparak savruldukça yetişemiyoruz peşlerinden;

Demir alma zamanı gelince limandan;

sessiz sedasız kalkan geminin yolcularını; içimizde ukde gibi duran anılarıyla ebediyete uğurlamak çok zor be dostlar;

Ayni zamanda 'hüzün' demekmiş yeni yeni farkına varıyoruz.

Neydi aceleniz böyle dostlar;

Kime söz verdiniz de, birleşmişçesine çekip gidiyorsunuz;

Kani Şen,

Mustafa Şamil Ekinci,

A.Osman Kayahan,

Sabidin Yonga,

Erhan Gürbaşlar,

Ahmet Çakır,

Ercan Güven,

Prof. Dr Nur Danişmend,

Ve Asım Pars;

Farklı mecralardan olsa da sesi ve sanatıyla ruhlarımızı, yapımlarıyla ekranlarımızı aydınlatan

Metin Arolat,

Can Sinan Tekgündüz,

Tomris Giritlioğlu;

Türk edebiyatına not düşen Ahmet Muhip Dranas'ın ironik 'Fahriye abla' şiirinde altını kalın kalın  çizdiği gibi;

'Ne güzel komşularımızdınız sizler bizlerin, hepimizin'

Zamansız ve çabuk gittiniz;

O.Henry'in unutulmaz öyküsü 'Son yaprak'ığdaki ressam Behrman'dınız her biriniz.

Hafızalarımızın kıvrımlarında ve hiç aklımızdan çıkmadan yaşamaya devam edeceksiniz.

Okumayanlarınız için bu köşeden tekrarlamak istiyorum O. Henry'nin 'Son yaprak'ını..

Unutmamam, hatırlanmak ve sonsuza kadar yaşatıp,yaşayabilmek için..

'Washington Meydanı'nın batısındaki küçük mıntıkada, caddeler acayip şekilde "Sokak" denilen kollara ayrılıp, tuhaf köşeler ve üçgenler oluştururlar. Bir cadde diğeriyle iki, üç yerde kesişir. Vaktiyle hiç tablo satamamış ressamın biri burada iyi bir fırsat yakaladı. Galiba caddeyi geçerken aniden yağlı boya tablolara para harcamaya hevesli bir koleksiyoncuyla karşılaşmıştı.
Sonra Greenwich denen bu eski, antika mahalleye kısa zamanda başka ressamlar da gelip, kuzeye bakan pencereli, ucuz kiralık odalara, 18. Yüzyıldan kalma ve Hollanda tarzı çatılarla dolu evlere

yerleştiler..Ve neredeyse bir 'koloni' oluşturdular.

Alçak, üç katlı, tuğla bir evin üst katında, Sue ve Johnsy'nin stüdyosu vardı, Johnsy, Joanna' nın kısaltılmışıydı. Biri Maine'li, diğeri de Kaliforniya'lı iki genç kız. 8. Caddedeki 'Delmonico'nun yeri'nde tanışmışlardı, sanat, frenk salatası, katlanır perdeli pencereler gibi ortak zevkleri sonucunda stüdyolarını birleştirdiler.

Bu olay Mayıs'ta olmuştu.

Kasım'da doktorların 'zatüree' dediği beklenmedik, soğuk bir 'misafir' mahalleye geldi, buz gibi parmaklarıyla, mahalledeki herkese bir bir dokundu. Bu afet doğu yakasında ardında bir sürü kurban bırakmıştı, fakat dar sokaklı ve rutubetten yosun tutmuş bu sokaklarda da yavaş yavaş ilerliyordu.

Bay 'zatüree' yaşlı beyefendilerden değil, Kaliforniya rüzgarlarıyla kanı incelmiş, tık nefesli, kırmızı yumruklu, yaşlı bir dolandırıcı karşısında şansı olmayan küçük kızların peşindeydi..

Ve Johnsy'i de çarptı, kızı yatağa düşürdü.

Kız, boyalı karyolasında, bitişik tuğla evin boş tarafındaki küçük pencereden dışarı bakıyordu.

Bir sabah işi başından aşkın, fırça gibi gri kaşlı doktor, Sue' yü salona çağırdı - Onda bir yaşama şansı var...

Elindeki termometreyi salladı...

- Bu şans da onun yaşama arzusuna bağlı.. Bu arzusu olmayan insanlar tüm tıp ilminin bir işe yaramadığını göstererek öteki tarafı boyluyorlar, sizin küçük hanımın morali pek iyi değil!. Yapmak istediği bir şey var mı?

- Bir gün Napoli Körfezi'nin resmini yapmayı çok isterdi" - Resim mi, pöh! Düşünmeye iki katı değer bir şey yok mu aklında, bir erkek mesela?

- Bir erkek mi? İki kez düşünmeye değer bir erkek hem de.. Hayır doktor öyle biri yok Doktor, "Tıbbi olarak elimden geleni yapacağım" dedi.

- Fakat hastalarım cenaze törenlerine katılacak kişilerin sayısını düşünmeye başlayınca, ilaçlarımın iyileştirici etkisi yüzde 50 azalır. Ama size bu kışın manto modelleriyle ilgili sorular sormaya başlarsa şansının onda bir yerine, beşte bire çıkacağına yemin edebilirim..

Doktor gittikten sonra, Sue çalışma odasına gitti ve bir Japon işi peçeteyi sırılsıklam edene kadar ağladı. Sonra, resim tahtasını alıp, ıslık çalarak Johnsy'nin odasına gitti.

Johnsy, üstüne yatak örtüsünü çekmiş, yüzü pencereye dönük yatıyordu, Sue kızın uyuduğunu düşünüp ıslık çalmayı bıraktı.

Kalemini, mürekkebini alıp, bir dergi için hikaye resmetmeye başladı.

Genç ressamlar magazin hikayelerini resmederek, genç yazarlar da bu hikayeleri yazarak mesleklerine adım atıyorlardı..

Sue, tek gözünde monokl olan kahraman bir kovboy ve şık at binici pantolonları çizerken, birkaç kez tekrarlanan cılız bir ses işitti.

Hemen yatağın yanına gitti.

Johnsy'nin gözleri açıktı.

Pencereden bakıyor ve sayıyordu...

- Oniki, onbir, on.. dokuz...sekiz...yedi...

Kız merakla pencereden baktı, sayacak ne vardı ki? Bomboş avlu, uzaktaki tuğla ev, ve bu evin yarısına kadar tırmanmış, kökleri çürümüş, bozulmuş eski bir sarmaşık. Soğuk sonbahar rüzgarı dallarını tamamen çıplak bırakana dek yapraklarını kopartıyordu..

- Neyi sayıyorsun hayatım?

Kız, adeta fısıltıyla 'altı' dedi.

- Şimdi daha hızlı dökülüyorlar, üç gün önce neredeyse yüz yaprak vardı, sayana kadar başıma ağrılar girdi, fakat şimdi sayması daha kolay, biri daha gitti, sadece beş tane kaldı..

- Neye beş tane kaldı?

- Sarmaşıktaki yapraklar, son yaprak da dökülünce, benim de gitme vaktim gelecek, üç gündür biliyorum doktor söylemedi mi?

Sue kızı yüksek sesle azarladı:

"Hayatımda bu kadar saçma bir şey duymadım, kuru yaprakların senle ne ilgisi var, seni yaramaz kız seni!

Hem sen bu eski sarmaşığı severdin, doktor bu sabah bana senin iyi gittiğini söyledi, tam olarak dediğine göre şansın bire onmuş, New York'ta tramvaya binmek ya da yeni bir binanın önünden geçmek kadar çok yani! Şimdi biraz çorba iç ve ben de çizimimi götüreyim, o da editöre satsın, hastamız için şarap, kendi doymaz midemiz için de domuz paçası alalım..

- Şarap almak zorunda değilsin...

Gözleri yine pencereye takıldı.

"Bir tane daha düştü, dört tane kaldı, çorba da istemiyorum..

Hava kararmadan son yaprağın da düştüğünü görmek istiyorum.." - Johnsy hayatım, işimi bitirene kadar gözlerini kapatıp, pencereden bakmamaya söz verir misin?

Bu çizimleri yarına kadar bitirmem lazım, abajur bana lazım yoksa gölgeleri iyi çizemiyorum.

- Öbür odada çizemez misin?

- Senin yanında olmayı tercih ederim, ayrıca bu salak yapraklara bakmanı istemiyorum.

Yüzü heykel gibi bembeyaz olan Johnsy, gözlerini yumarken "Bitirince bana haber ver, çünkü son yaprağın düşüşünü görmek istiyorum.

Beklemekten bıktım, beklemekten, düşünmekten bıktım, tıpkı bu küçük, yorgun yapraklar gibi artık her şeyi bırakıp, gitmek istiyorum" dedi.

- Uyumaya çalış, ben gidip bana yaşlı madenci resmi için poz etmesi için ihtiyar Behrman'ı çağıracağım, ben gelene dek kımıldama, geleceğim.

Yaşlı Behrman, alt katlarında oturan bir ressamdı, altmışını geçmişti ve Michelangelo gibi sakalları olan, küçücük boylu bir adamdı.

Başarısız bir ressamdı. Hep bir 'baş yapıt' yapmayı istiyordu ama 40 yıldır hala yapamamıştı. Arada sırada reklam amaçlı bir şeyler yapmıştı ve şimdi profesyonel modellere ücret ödeyemeyecek ressamlara modellik yaparak para kazanıyordu.

Çok cin içiyor ve hep yapacağı baş yapıttan söz ediyordu, Ayrıca kendisini üst katındaki iki genç ressamın koruyucusu olarak kabul ediyordu.

Sue adamı loş, böğürtlen kokan kümesinde buldu, bir köşede yirmi beş yıldır baş yapıtın çizilmesini bekleyen boş resim sehpası duruyordu.

Kız, adama Johnsy'nin yaprak yüzünden nasıl korktuğunu ve kızın gerçekten bir yaprak kadar güçsüz, kırılgan olduğunu anlattı.

Yaşlı Behrman, kırmızı gözleri şimşek gibi böyle aptalca şeylere lanetler savurdu.

"Neee!" diye bağırdı. "Kahrolası bir sarmaşığın yaprakları dökülüyor diye öleceğini düşünen insanlar mı var bu dünyada! Hayır bu senin mankafa arkadaşın için poz vermem!" Sue "Çok zayıf ve hasta, ve ateşi çıktığından aklı karıştı, tuhaf hayaller kuruyor, pekala Bay Behrman poz vermek istemiyorsanız vermeyin. Siz korkunç, kafasız bir insansınız." "Tam bir kadınsın! Poz vermeyeceğimi kim söyledi!? Seninle geliyorum, yarım saattir sana poz vermeye hazır olduğumu söylüyorum, bir gün bir baş yapıt çizeceğim! Ve hepimiz köşeyi döneceğiz!" Sue ve ressam yukarı kata çıkarken, Johnsy uyuyordu, Sue abajuru pencereden aşağı sarkıttı.. Sonra korkarak pencereden sarmaşığa doğru baktılar.. Sonra hiç konuşmadan birbirlerine baktılar soğuk karla karışık bir yağmur yağıyordu.

Ertesi sabah, Sue yarım saatlik uykusundan uyandığında, Johnsy, cansız, gözlerle yeşil perdeye bakıyordu.

- Perdeyi kaldırsana, görmek istiyorum diye fısıldadı.

Sue yorgun yorgun perdeyi kaldırdı.

O da nesi? Onca yağmur ve rüzgara rağmen, tuğla evin üzerindeki sarmaşıkta bir yaprak hala duruyordu.

Hala koyu yeşildi, kenarları biraz sararmıştı, - Bu sonuncuydu, geceleyin mutlaka düşer diyordum rüzgarı duyuyordum, sabaha düşecek ve ben de aynı anda ölürüm diyordum..

- Hayatım, hayatım, kendini düşünmüyorsan beni düşün, ne yapardım?

Ama Johnsy cevap vermedi.

Dünyanın en yalnız şeyi, esrarengiz son yolculuğuna hazırlanan bir ruhtur, Günler geçti, akşam karanlıkta bile sarmaşık yaprağının duvarda asılı olduğu görülebiliyordu, gece oldu, akşam rüzgarı başladı, yağmur camları dövüyor, çatılardan aşağı akıyordu.

Sabah olunca Johnsy, perdeyi kaldırmasını söyledi Sarmaşık yaprağı hala oradaydı.

Johnsy birkaç gün daha yaprağa bakarak yattı, sonra ocakta tavuk çorbasını karıştırmakta olan Sue'ye seslendi..

- Çok mızmızlık yaptım, o son yaprağın orada durmasını sağlayan şey ne kadar kötü bir kız olduğumu gösterdi, ölmek istemek günahtır, şimdi bana çorba getirebilirsin, biraz da süt.. Yok önce bir ayna getir bana.

Biraz da yastık.. Doğrulup yemek pişirirken seni seyretmek istiyorum.

Yarım saat sonra..

- Bir gün Napoli Körfezi'nin resmini yapmak istiyorum.

Ertesi gün doktor geldi..

- İyi bakımla iyileşeceksin, şimdi alt kattaki bir başka hastaya bakmam lazım, adı Behrman, bir ressam o da zatüree olmuş, yaşlı, zayıf bir adam, hiç umut yok fakat yarın hastaneye yatacak orada daha iyi bakılır.

Ertesi gün doktor "Tehlikeyi atlattın, kazandın. Bakım ve iyi beslenme..

"İşte bu kadar" dedi.

Öğleden sonra, Sue, Johnsy'nin yanına geldi, kız mavi yünden bir atkı örüyordu, kolunu kızın omzuna ve yastıklara dayadı..

Sana bir şey söylemem lazım beyaz fare.. Bay Behrman hastanede zatüreeden ölmüş. Hastanede sadece iki gün kalabilmiş.. Bizim kapıcı onu, odasına geldiği ilk gün bulmuş.

Giysileri, ayakkabısı sırılsıklam ve buz gibiymiş. O berbat gece boyunca nerede olduğunu bilmiyorlar. Sonra hala yanan bir fener bulmuşlar, bir de merdiven... Yerinden sürüklenerek çekilmiş.. Sonra oraya buraya dağılmış fırçalar ve üzerinde yeşil ve sarı rengi boya olan resim paleti..

Ve pencereden bak hayatım, duvarın üzerindeki son yaprağa bak, o kadar rüzgara rağmen onun niçin hiç düşmediğini, kopmadığını merak etmedin mi? Ah hayatım, o yaprak Behrman'ın baş yapıtıydı. Son yaprağın düştüğü gece duvara senin için bir yaprak resmi çizmişti!

Sue ertesi sabah bir saatlik uykudan uyandıktan sonra Johnsy'nin kapalı perdeye dalmış olduğunu gördü.

'Perdeyi aç, görmek istiyorum' dedi Johnsy fısıltıyla.

Yorgun Sue emre itaat etti.

Ama hayret! Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen upuzun gece boyunca aralıksız yağan yağmur ve şiddetle esen rüzgârdan sonra, bir asma yaprağı hâlâ yerinde duruyordu. Asma ağacının son yaprağıydı. Sapına yakın tarafları hâlâ koyu yeşil kalmakla birlikte, testere ağzı gibi tırtıllı kenarlarına ölümün ve çürüyüşün sarı rengi gelmiş olan yaprak, yerden beş altı metre yükseklikteki bir dala cesurca asılmış duruyordu'.

Kısa öykü dalının büyük ustası, "beklenmedik sonlarla" biten öykülerin yazarı O Henry, hemen her öyküsünde hayatlarımızın ne kadar ironik olduğunu vurur yüzümüze.

Aslında öykülerinin şaşırtıcı finalleriyle olduğu kadar kurduğu karakterlerin insani duyarlılıklarıyla da hatırlanmaya değerdir.

'Son yaprak'ı bu yazı nedeniyle bir kez daha okuyunca; son bir haftada ve kısa zaman dilimlerinde kaybettiğimiz değerlerimiz geliverdi aklıma.

Ruhlarına birer fatiha okuyarak yazıma son noktayı koydum.


A

Yazarın diğer yazıları

Yazarın Tüm Yazıları