'Şıngır şıngır Beyoğlu'; Ali Poyrazoğlu...

2023.12.01 18:02 - Son Güncellenme: 2023.12.01 18:02
A

'İyi ki gelmişim' dedim Odunluk'taki Akademik Odalar Birliği Yerleşkesi'nin perdesi inmeyen sahnesinden dinmeyen alkışlarla kulisine dönmeye çalışan Ali Poyrazoğlu için..

Yıllar, yıllar sonra;

'Şıngır şıngır Beyoğlu' muhtemelen yeniden sahnelenecek;

Ali Poyrazoğlu olmasa da muhtemelen bu kez 'x' birisi yerine oynayacaktır;

Doğanın kuralı bu;

Eskiler gider yenisi gelir;

Oynamasına oynayacaktır da; acaba taklidi orijinalinin yerini doldurur mu?

Hiç sanmıyorum.

Çünkü Ali Poyrazoğlu çok farklı, kendine özgü ve nevi şahsına münhasır bir karakter...

İçeriği dopdolu, tepeden tırnağa bir sanatçı.

Gittim, izledim, büyülendim...

 Daha nasıl tarif edebilirim ki kendisini?

Kapıdan içeri girince hemen sağda oyunun afişindeki yazı dikkat çekiciydi.

Bir daha, bir daha okudum;

Anlayamadığımdan değil (!), az sonra izlemeye başladığımda nelerle yüzleşeceğimin  ön hazırlığını daha iyi  yapabilmek için...

Şöyle diyordu afisteki yazı;

 'Ali Poyrazoğlu'ndan genel istek, ısrar ve tehditler üzerine 'Şıngır Şıngır Beyoğlu'! 

Ali Poyrazoğlu'nun doğaçlama oyunu, dram, trajedi ve yaşanmışlıklar hepsi aynı sahnede. Muhteşem bir akış ve uzun süre etkisinden çıkamayacağınız bir sohbetle anlatıyor, ağlatıyor, güldürüyor'.

Oyun başlayınca anladım ki; yazılanlardan çok daha fazlasıymış Ali Poyrazoğlu;

Harika ötesi, şahane, olağanüstü birisiymiş.

'Ali Poyrazoğlu 'nu seyretmeyen tiyatroya gitmiş sayılmaz' mış yüzde yüz doğru.

Bir tiyatro oyununu; tek kişilik bir performansla görsel şova dönüştürebilmek öyle kolay gerçekleştirilecek bir iş değil.

Onu izlediğinizde farkına varıyorsunuz;

'Ali Poyrazoğlu neden büyük ve vazgeçilmezmiş' kafanıza dank ediyor.

Müthiş. müthiş, gerçekten müthiş  oynadı, müthişti 'Şıngır şıngır Beyoğlu'nda duyen sanatçı.

Sadece tiyatroculuk, stand upçuluk yapmadı;

Ayni zamanda bir ses sanatçısı gibiydi;

Şarkı söyledi, söyletti.

Seyircisiyle diyalogunu hiç eksiltmemesiyle de zirveye ivmelendi;

Oyununa Nazım Hikmet'in mısralarından bestelenmiş bir Zülfü Livaneli şarkısı ile başlayıp, sanat güneşi Zeki Müren ile bitirmiş olması; sanırım herkes için gecenin en büyük sürprizi idi.

Hem de canlı şarkılarıyla...

Hem de salonu dolduran tiyatro severlerin eşliğinde;

Özünde bir tiyatrocu olsa da; şark söylemedeki performansı en az rol kesmesi kadar kusursuzdu.

'Seyirciyi avucunun içine almak' diye bir deyim vardır ya.

Onun avucunda ve koruyucu kanatları altında başlayıp, bitirdik 'Şıngır şıngır Beyoğlu''nu.

Hüzünlendik, kahkaha attık, düşündük...

O kadar ileri gitti ki; zeka testine bile tabi tutulduk!

'Anlayanlar, az anlayanlar ve anlamayanlar' kategorilerinde her kes kendini aradı, durdu!

İyi dinlemeyenler esprileri kaçırdı,

Esprileri kaçıranlar onun hızına yetişemedi!

Öyle güzel, öyle tane tane ve öyle akıcı bir sahne performansı vardı ki; aradaki sekanslara yetişebilmek için oyunun geneline pür dikkat kesilmek zorunda kalıyordunuz.

Birisini kaçırınca, sonrasına geçtiğinde aradaki anlam boşluğu oyundan kopmanıza neden olacağı için.

İçimizden geçerek ve koltukların arasında dolaşarak tamamladı 'Şıngır şıngır Beyoğlu'nu...

Teklemedi, yorulmadı, benzerleri gibi elinde şişe ikide bir kuruyan gırtlağını ıslatma gereği bile duymadı!

Bu kadar seri, çabuk ve anlaşılır konuşan birisinden insan olur ya belki dili sürçer bir kaç kelime yanlış söyler, ya da cümle kurar mı acaba' diye bekliyorsunuz değil mi?

Seller, sular gibiydi; aldı götürdü oyunu; sanki hep birlikte ve onunla oynadık!

Tam burada aklıma meşhur stand upçılarımız gelmedi değil!

Hani küfür etmeyi; espri yapmak sanınca, başkasının yerine önce kendileri gülenler!

Harikalar ülkesindeymişim gibi hissettim kendimi.

Doğaçlama ile stand up karışımı gösterisi arasında, Türk tiyatrosunun geçmişten bugüne  uzanan zaman diliminde iz bırakmış unutulmaz isimleri kendisiyle birlikte andı, andırdı herkese.

Aidiyet duygusunu rolüyle özdeşleştirirken, farklı bir anlam kazanmış olması da müthiş duygusal bir atmosfer estirdi salonda..

Yetişmesinde emeği olan Haldun Dormen, Kenter kardeşler (Yıldız ve Müşfik Kenter), Ulvi Uraz, Feridun Karakaya, Gülriz Sururi, Engin Cezzar'la diğerleri gözlerimizin önünden resmi geçit yaparak ve birer birer geçip gittiler adeta...

Yaşamına girmiş sanatçı dostlarını, kelebeğe benzettiği alkışlarımızla ödüllendirtti salona.

Bülent Kayabaş, Yıldız Kenter, Müşfik Kenter Şükran Güngör, Ulvi Uraz, Zeki Müren, Sezen Aksu, Ferdi Özbeğen ve diğerleri..

Fermuarını açıp içine doldurduğu o çantadaki alkışları; bir süre sonra 'mekanları cennet olsun, nurlar içinde yatsınlar' dediği sanatçı dostlarıyla büyüklerinin ruhlarına ithaf edecekmiş Poyrazoğlu.

Ne büyük bir nezaket, naif bir tutum ve kadirşinaslık değil ki?

Onun için her kes Ali Poyrazoğlu olamıyor...

Masalsı bir öykünün unutulmaz ritüelleri gibiydi bütün bunlar.

Yaşamından hiç çıkaramadığı Yıldız Kenter'in sınava girip geçirdiklerine 'canikom'; çaktırdıklarına 'hadi canım ya' diyerek yolcu etmesini,

Kenterler'in bir süre sonra seyircisiz kalınca, kendi kurduğu Ali Poyrazoğlu Tiyatrosuna gelerek dolu koltuklarına hasetlenmesini kendine özgü üslubuyla anlatırken, alıp başka bir yerlere götürdü seyircisini.

Oyununda öğreniyoruz ki Ali Poyrazoğlu eczacı bir aileden geliyormuş.

Aile ısrarla 'eczacı olacaksın' dedikçe o 'hayır benim genlerimde tiyatroculuk var' diyerek ayak diretmişte, diretmiş!

Sonunda onun dediği olmuş.

Konservatuara yazılmış.

Hem de İsviçre'de Cenevre'de.

Kötü anıları da varmış meğerse mesleğinde.

Örneğin 'Şehir Tiyatrosunda bize köpek muamelesi çekmişlerdi' diyerek anlattı o günlerini.

Firuganlık yapmışlar Müjdat Gezen'le birlikte.

'Sahnenin en arkasına bizi sap dibi diker, elimize bayrak verirler. Öyle dururduk' dedi. Seyirciyi selamlamaya bile çağırmamışlar yıllarca ikisi.

İşte bu dışlanmışlığın tiyatrocu olmalarındaki katkısı da büyük olmuş.

'En sevdiğim dostum' dediği Müjdat Gezen'i o gece hiç dilinden düşürmedi Poyrazoğlu.

'Hastalık hastası biriydi. Sürekli galibe ben yarın öleceğim' der, ertesi güne turp gibi sağlam kalkardı.

Bugün 80'ini geçti. Öleceği filan yok' domuzun' yakıştırması; bir edebi üslup içinde ancak bu kadar komik ve Ali Poyrazoğlu iseniz anlatılabilirdi!

Zeki Müren'e kendi gece kulübünde şarkı söyletebilmek için çok dil dökmüş sanatçı.

En dramatik anısı da bu olmuş.

O sekansları anlatırken hüzünlenip, sesinin tonu değişti Poyrazoğlu'nun;  

Bir sanatçının dramı, çaresizliği ile son demlerinde sahnelere duyduğu özlemi şiirsel bir üslupla şurup gibi içimize akıttı ki; hüzün resmen tavan yaptı hepimizde.

Duygulanıverdik.

Oyunun finalini  Poyrazoğu ve salon hep birlikte  söyleyerek gerçekleştirdi.

'Şimdi uzaklardasın, gönül hicranla doldu'.

Boşuna dememiş büyüklerimiz;

'Sanatçı olunmaz, sanatçı doğulur'muş.

Ali Poyrazoğlu gerçekten çok büyük bir sanatçı;

Çok büyük bir şovmen.

Eşi bulunmayacak bir hitabet ustası;

'Şıngır şıngır Beyoğlu'nda onunla birlikte geçirdiğim iki saat su gibi akıp geçti.

'Tekrar oynayalım mı' diyecek olsa; salondan kimse adımını dışarı atmazdı.

Tiyatro; gerçek tiyatrocularla oynanınca başka bir güzel,

Daha bir keyifli...

Başından beri o kadar cafcaflı cümleler kurdum ki; yazımın sonunu nasıl bağlayacağıma bir türlü karar veremiyorum!
O zaman şöyle bitirelim mi?

Topu topu iki üç kişi' kaldınız 'sanatçı' denilebilecek kalibrede tiyatro dünyasında.

Metin Akpınar,

Haluk Bilginer,

Müjdat Gezen;

Bir de Ali Poyrazoğlu...

Kendinize iyi bakın, uzun ve sağlıklı yaşasın.

Hala çok seviliyorsunuz...

Dip not: 2005 yılında CNN Türk'ün düzenlediği yarışma programına katıldığımda sunucusu Ali Poyrazoğlu idi.

Güncel olaylardan derlenmiş yarışmanın finalinde Ali Poyrazoğlu'nun karşısına çıkmış; ama final sorularında olayları tarih sırasıyla kutulara yerleştiremeyince büyük ödül olan 30 bin TL yerine 5 bin TL teselli ikramiyesi kazanmıştım!

Bu da benim kendisiyle ilgili bir anımdır.


A

Yazarın diğer yazıları

Yazarın Tüm Yazıları