Elif Didem Danacıoğlu

Elif Didem Danacıoğlu

Kimin borcu artıyor?

2022.12.09 21:18 - Son Güncellenme: 2022.12.09 21:18
A

BUMİAD Akademi seminerlerinin 10. konuğu Kalkınma Ekonomisti, Yazar, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Eski Türkiye Müdürü Bartu Soral oldu.

'Küresel Ekonomide Büyük Değişim ve Türkiye' başlıklı sunum gerçekleştirdi.

Bartu Soral, dünyanın değiştiği, teknolojinin geliştiği ve finansın zenginleştiği bir dönemden bahsetti.

Şöyle ki, bankacılık işlemleri üzerinden oluşan bir zenginlik...

Aynı zamanda da dünyada gelir dağılımının bozulduğu bir sürece dikkat çekti.

"Küresel bir sistem dediğimiz küreselleşme... Özelleştirme yani piyasalar en doğruyu bulur sistemi ile devlet piyasalarda düzenleme ve denetleme rolünü üstlenmeyecek. Geri kalmış ülkelerin finansa erişimi sayesinde yapamadıkları yatırımları yaparak gelişmiş ülkeleri yakalayacakları teorisiydi.  Ama sonuç öyle olmadı, 2008'de dünya krizle karşılaştı. ABD'de başlayan bu kriz binlerce bankacı ve finansçıyı işsiz bıraktı."

Bartu Soral'ın konuşması esnasında hafızam beni yanıltmıyorsa eğer...

Bahsedilen süreç,  '2008-2012 Küresel Ekonomik Kriz' yani ekonomik bunalımı sergiliyordu.

Hatırladığım kadarıyla 2008 ekonomik krizi veya büyük durgunluk...

2008 yılının son aylarında ortaya çıkan ve birçok ülkeyi olumsuz yönde etkileyen ekonomik gelişmelerdi.

Bu kriz özellikle 2008 Eylül ayında gözle görülür hale gelmişti.

ABD'deki taşınmaz mal piyasasının birden değer kaybetmesi ve bunun sonucu olarak tutulu satışlardaki kişisel iflasların artmasının bu krizi tetiklediğinden bahsedilmişti.

2000'li yıllarda başta petrol olmak üzere bütün emtia ve tarım ürünleri fiyatlarında büyük bir yükseliş gözlenmişti.

Çin ve Hindistan gibi yüksek nüfuslu ülkelerde gözlenen ekonomik büyüme bu ürünlere olan talebi arttırarak, fiyatların yükselmesine neden olmuştu.

2008 yılında gıda fiyatları tarihin en yüksek düzeylerine ulaşmıştı.

Altın ve petrol gibi değerli maddeler de tarihinin en yüksek değerini kazanırken, Amerikan dolarının değeri hemen hemen bütün diğer para birimleri karşısında önemli ölçüde düşmüştü.

ABD'deki krizin Avrupa'ya da sıçradığı İzlanda da birkaç bankanın iflas ettiği konuşulmuştu.

Aslında 2008 krizi tam olarak hangi nedenle başladığı hala tartışmalı bir konu.

O dönem haberlerde yer alan yorumcuların kriz senaryoları değişkenlik göstermişti.  

Şöyle ki, ABD'de yaşanan Subprime Mortgage (düşük değerli tut-sat) kredilerinin geri ödenememeye başlamasıyla ortaya çıktığı ya da ABD'de Lehman Brothers adlı büyük bankerlik şirketinin batışıyla başladığı öne sürülmüştü.

Sonuç olarak 2008 krizi, finansal bir kriz olarak ortaya çıktı ve sonraları giderek reel sektöre de yayıldı ve küresel bir ekonomik krize dönüştü.

Bartu Soral'ın konuşmasına geri dönersek, şöyle bir durumdan bahsetti.

SWİFT SİSTEMİ VE RUSYA'NIN DIŞLANMASI

"Batı ile doğu çok ciddi bir savaşa girmiş durumda. Rusya - Ukrayna savaşıyla başlayan süreç sonrasında Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerinin Ukrayna'nın bazı bölgelerini yasa dışı ilhak ettiği yani egemenliği altına alma gerekçesiyle Rusya'ya karşı ticari yasaklar ve sert yaptırımlar gündeme geldi."

Önce SWIFT sistemini açıklayalım...

SWIFT, dünya bankalararası finansal telekomünikasyon topluluğudur.

Yani, paranın ülkeler arasında hızla transfer edilmesini sağlayan uluslararası bir finansal yapılanma sistemidir.

"Dolar, Euro, pound ve yen kullandırmıyorum ve SWIFT sisteminden bankaların  hepsini atıyorum. Rusya'nın Ukrayna'yı işgali nedeniyle Avrupa Birliği, ABD, Birleşik Krallık, Kanada, Fransa, İtalya ve müttefik ülkeler tarafından bazı Rus bankalarının SWIFT sisteminden çıkarılması yönünde karar alınmıştı. Bu yaptırımlar ilan edildiğinde açıklamaların hepsini boş olarak değerlendirmiştim. Çünkü SWIFT sisteminden Rus bankacılık sistemini çıkartamazlar. Pound, dolar ve Euro kullandırmam deniyor, fakat Rusya karşılık olarak bende kullanmıyorum diyebilir. Akademi dünyası tarafından "Rusya batmıştır geçmiş olsun veya Rus ekonomisi çöktü" gibi değerlendirmeleri oldu. Bu yaptırımların yaptırımı olmadığını şöyle açıklayabilirim; dünya ekonomisinin yüzde 80'i fosil yakıtla dönüyor ve fosil yakıtlarda Şanghay işbirliği örgütü,  BRICS ülkeleri (Brezilya, Rusya Federasyonu, Hindistan ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin oluşturduğu bu ülkeler grubu), İran, Venezuela ve Rusya fosil yakıtlarda güçlü. Dünya bankasının güç dengesi verilerine göre, Avrupa Birliği bu alanlarda güçsüz. "

Üretime dikkat çekti:

"Rusya, Çin, İran, Hindistan ve Brezilya'ya doğu ittifaktı diyelim. Bu ülkeler küresel sanayi üretiminin yüzde 34'ünü, ABD yüzde 17'sini ve Avrupa Birliği'nin lokomotifi ve üretim gücü olan Almanya yüzde 5'ini yapıyor. Sanayi üretiminde Çin toplam üretimin yüzde 29'unu yapıyor. Dünya bankasının verilerine göre, dünyanın üretim gücü olmuş durumdadır. Üretime güç dengesinde bölgesel bazda baktığımızda ve Japonya'yı da eklediğimizde Asya-Pasifik küresel üretimin yüzde 46'sını, Kuzey Amerika yüzde 19'unu ve Avrupa Birliği yüzde 16'sını yapıyor. "

İhracat ve dış ticarete dikkat çekti:

"Rusya, Çin, İran, Hindistan ve Brezilya'nın ihracat ve dış ticaret gücünü değerlendirdiğimizde, küresel ihracatın yüzde 17'sine, ABD yüzde 9'una ve Almanya yüzde 7'sine sahip... Bölgesel olarak baktığımızda ihracatta Asya Pasifik yüzde 32, Kuzey Amerika yüzde 12 ve Avrupa Birliği de yüzde 32 güce sahip. Demek ki, dış ticarette Avrupa Birliği tüketici durumda ve satın alınan gücü itibariyle önemini koruyan bir pazar. Toplam ihracat içinde yüksek teknolojiye dayalı ürün ihracatında Çin yüzde 27'ye ve Kuzey Amerika yüzde 12'ye sahip... Bir zamanlar ucuz ürün satıyor dediğimiz Çin, yaptığı üretimle piyasadan Çin malı ürün tanımını kaldırdı. Çin, ucuz işçilik ve ucuz maliyetle önce üretmeyi öğrendi. Sonrasında yüksek teknolojiye dayalı ihracat noktasında üretimini teknolojisine aktardı. Dünya Bankası verilerine, dünyada birinci sıraya geldiğini gösteriyor. Yüksek teknolojiye dayalı ürün ihracatında Çin toplam yüzde 27 ve ABD yüzde 5 'lik paya sahip. İç pazarın gücü açısından baktığımızda; Çin, Hindistan ve Rusya dünya nüfusunun yüzde 40'ını oluşturuyor."

Fosil yakıtlara değindi:

"Venezüella, İran, Rusya, Çin, Kazakistan ve Brezilya'ya baktığımızda dünyada kanıtlanmış petrol rezervlerinin yüzde 40'ı buralarda yer alıyor. Doğalgazda yüzde 42'si bu bölgelerde ve petrolde ABD'nin payı yüzde 2. Avrupa Birliği'nin ise petrolü hemen hemen yok, doğalgazda da durum farklı değil. ABD'nin payı yüzde 6,7, Avrupa Birliği'nin toplamı yüzde 0,8... Yaptırımların uygulamaya başlanmasıyla Avrupa Birliği aslında ABD'nin etkisi altında kendi ekonomisinin ayağına sıkan bir yaptırımda bulunmuştur. Bu sebepten dolayı AB, Rus bankalarını SWIFT'ten çıkaracağını iddia etti ve sadece 6 en küçük Rus bankasını SWIFT'ten çıkarabildi. Dolar, pound, Euro kullandırmayacağım dediğinde, Putin de rubleyi veremeyen petrolü alamaz dedi. Batı gözüyle değil, reel ekonominin gerektirdiği şekliyle bakmak lazımmış. Güç dengesini ve dünya ekonomisini bu şekliyle değerlendirebiliriz."

Finans sektöründeki gelişmeleri paylaştı:

"2017 yılında dünya toplam dış ticaret hacmi 74 trilyon dolar, finansal işlemler toplamı ise 1,27 katrilyon dolardı. Demek ki, finans sektörü 90'lardan itibaren büyümüş, reel ve üretim sektöründen kopmuş kendi başına zenginlik yaratan bir sektör olmuş. 1, 27 katrilyonun 1,14 katrilyonu bankaların verdiği krediler dışı (sermaye )işlemlerde ve bunun yüzde 88'i dolar üzerinden yapılıyor. Bunun yüzde 49'u Londra'da ve yüzde 25'i de New York'ta yapılıyor. 2008 krizinden sonra çözümü para basmakta bulundu. Yani gelir dağılımı bozulmuş ve üretimin düşmüş olmasıyla ilgilenilmeden para basımı arttı. Para bastıkça sistem bir şekilde döner, ama 2008'den sonra sistem toparlanamadı. Çünkü sistemin toplumlara dayattığı, reel alım gücünü arttırmak olmayan ve hatta gelir dağılımını düzelterek herkesin alım gücünün arttırılması değil, kısaca herkesin borçlanmasını sağlayan ve tüketime yönelten bir sistem."

"HANEHALKI BORÇLU!"

Son olarak hane halkının altını çizdi:

"ABD'nin hanehalkı borcu yüzde 175. Avrupa Birliği'nin hanehalkı borcu yüzde 82. Yani hanehalkı borçlu! Piyasaya para sürüyorsunuz ve o para kredi olarak dağıtılıyor ama yatırımlara dönmüyor. Pandeminin başlamasıyla batı ülkeleri çözümü yine para basmakta buldu ve Davos Zirvesi'nde sistemi yeni baştan yaratalım tartışmaları başladı. Çünkü dünyada toplam borçluluk yüzde 350 oranında ve bu borcun ödenebilmesi mümkün değil. O kadar karşılıksız para basıldı ki ve öyle bir borçla tüketim oldu ki, o kâğıt paraların karşılığı yok. Bundan sonra Türkiye ise, önce kendi kalkınma programını ve kendi stratejisini oluşturmak zorunda."

Evet, kimin borcu artıyor?

Kimin artmıyor ki...


A

Yazarın diğer yazıları

Yazarın Tüm Yazıları